Hafifçe burnumu gıdıklayan kokuyu tanımaya çalışıyorum. Ylang ylang mı lavanta mı? Yok yok, gül olsa gerek. Sonra -içimden, “Kim bilir benden önce hangi güzel ruh ve beden hizalanırken bu güzel koku ona güç verdi,” diye geçiriyorum. Benim favorim her zaman güldür.. Salona doğru bir adım atıyorum, tavandan aşağı sallanan hamaklar bana birazdan başlayacak eğlenceli dansın müjdecisi gibi göz kırpıyorlar. Tam o yöne doğru seğirtecekken öğretmenimin, “Bugün farklı bir çalışma yapacağız seninle,” komutuyla olduğum yerde kalıyorum.
“Şimdi,” diyor, “bir adım geriye git ve bulunduğun duvara yaslan. Hafifçe sırtını yapıştır. Omuzlar aşağıda, çenen gevşek, bakışlarını yukarı tavana doğru kaldırmanı istiyorum.” İçimde beni hamağa doğru çeken müthiş bir istek… Hani sallanıp ters takla atacaktım? Çaresizce öğretmenime uyum sağlıyorum. Omuzlarımı sert duvara yaslıyorum, bakışlarım tavanda. Bir süre, beyaz tavana bakarak zihnimin hiçbir şey düşünmeme haline geçmesini bekliyorum. Zihnim beni sabote etmeye kararlı. Tüm bedenim cayır cayır gıcırdıyor, omuzlarım ağrımaya başlıyor. “Ne zor hareketmiş bu yahu!” diye düşünerek kendime bir oyun tasarlıyorum. Beyaz tavana bakarken içimden “Mucizelerin sonsuz ve ben mucizelerine inanıyorum” diye geçiriyorum. Bir süre sonra bu cümle adeta benim mantrama dönüşüyor. Göz kapaklarım kim bilir ne kadar zamandır önümdeki telefon klavyesine bakmaya programlı, gözlerimi açık tavanda tutmakta güçlük çekiyorum. Göz kapaklarım ağırlaşıyor ve sık sık gözlerimi kapatmak istiyorum. Omuzlarım acılı bir isyan içinde devamlı kendilerini öne atmak istiyor. Kollarımı bi türlü iki yanımda sabit tutamıyorum, çocukluğuma kayıyor zihnim oysa ki ilkokulda andımızı okunurken kolayca hazır ol! Komutunu alıverirdi bu kollar…
Bedenimden odağımı yine içime çeviriyorum, içimden sessizce o çok sevdiğim şarkının sözlerini mırıldanıyorum:
Bir yol var ama her yerde tuzak
Bir yol daha var, dönmek de yasak
Deryaya yakın, dünyadan uzak
Deryaya yakın, dünyadan uzak
Gel vazgeçelim hiç zorlamadan
Sen aklı selim, ben yorgun adam
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Ne kadar süre o duvarda kaldığımı bilemiyorum. Bir süre sonra öğretmenim avuçlarımı duvardan yavaşça uzaklaştırıp tam ortasına hediyemi bırakıyor. Avucumun ortasındaki minik damlayı ovuşturuyorum, burnuma gelen koku hiç tanıdık değil. Demek ki benim için bugün ezber bozma günü. Öğretmenim sesleniyor, “Şimdi yavaşça yere otur ve uzan.” Kapanış duasına geçmeden önce gözlerim hala duvarda kalan gölgemde takılı ne çok şey biriktirmişim gölgemin duvarda asılı kalan karanlığına dalıp gidiyorum, uzun zaman oldu kendi karanlığımla karşılıklı barış imzalayalı, gözlerimi tekrar kapatırken Merkür gezegen yağmuru şifasını başlatıyorum.
Demek ki tam 45 dakika bir duvara hiçbir şey yapmadan ve aslında pek çok şey yaparak yaslanabilmişim. Bu yabancı kokuyu da sevdim galiba. Sanki her nefesle neşeli bir kahkaha atmaya başladım. Odadan ayrılmadan bedenimi yokluyorum. Bedenimde açtığım alan ve dönüşen enerjime şükrederken, öğretmenim sesleniyor “Happy vibes”, anlıyorum ki nefesimin neşe kaynağı avcumdaki minik damla…
Şarkı hala dilimde. Bu kez arabada yüksek sesle söylüyorum:
Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Bir yol var ama her yerde tuzak
Bir yol daha var, dönmek de yasak
Deryaya yakın, dünyadan uzak
Deryaya yakın, dünyadan uzak
Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Yapamadığım birçok şey var
Hem tatminsizim, hem günahkar
Sen beni bu şehirden kurtar
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Yine gözümüz yükseklerde
Hayat geçiyor perde perde
Doydum artık bana müsaade
Bir yer bulalım, dünyadan uzak
Bir yer bulalım, dünyadan uzak