Sanırım dört yaşlarındaydım. Öğretmen olan annem, diğer öğretmen arkadaşlarıyla hafta sonu oturmasına gitmiş, yanında beni de götürmüştü. Kristal kayık tabak içerisinde misafir sigarası ikram edilen günler…
O günlerde misafirlere kahve yanına da yine kristal şekerlik içerisinde fındıklı ve portakallı drajeler ikram edilirdi. Fındıklının tadına önceden bakmıştım, bana uzatılan şekerlikten merakla portakallı drajeden bir tane alıp ağzıma attım. Portakal kabuğunun rayihası ve tadının çikolatayla uyumuna o an aşık oldum. Ev sahibimiz gözlerime bakıp, “Al çocuğum bir tane daha” dedi. Portakallı draje dolu kristal kase bana uzatılmıştı, içinden bir tane daha almadan önce anneme baktım. Annemse gözlerimin içine bakıp arkadaşına, “Teşekkürler çok gelir teyzesi evde var!” dedi.
Tüm misafirlik boyunca aklım kristal şekerlikteki portakallı drajelerdeydi. Eve dönerken annem bana usul usul misafirlikte ne ikram edilirse edilsin sadece bir tane almam gerektiğini, “Aç mısın?” diye soranlara, “Tokum” yanıtı verileceğini, ikram edilmeden bir şey istenmeyeceğini anlattı. Dışarda neyi beğenip canım isterse ona söylememi tembihledi ve “Ne istersen ben sana evimizde yaparım” diye ekledi.
Lezzetini sevdiğim portakallı drajeyle tekrar buluşmamız için hatırladığım kadarıyla birkaç hafta beklemem gerekti. Çünkü o zamanlar her ihtiyacımız anında karşılanmaz, büyüklerimizin maaş alması beklenirdi. Birkaç hafta sonra okul dönüşünde annemin beni sevindirmek için aldığı portakallı drajeler, evimizdeki kristal şekerliğimizde beni bekliyordu.
Aradan yıllar geçti ben ne zaman portakallı draje alsam o güne gider ve kristal şekerliğin içerisine uzatamadığım elimi düşünürüm. “Evde Var!” lafını, sanırım benim dönemimde doğmuş pek çok çocuk bilir, eminim yaşıtlarım annesinden bunu defalarca duymuştur. Bu çocuklar büyüyüp iş güç sahibi olduklarında da çok uzun yıllar masa başına oturup para konuşamadılar. Hak ettiğimiz değeri karşımızdakinin takdir etmesini bekledik. Şanslı olanlarımızın karşısına emeğe saygılı, hak edeni onurlandırmayı bilen kişiler çıktı, kimilerimizse hakkımız olanın arkasından hep o şekerliğe bakar gibi bakakaldık.
Fakat annem ve onun gibi anneler evlerine düşkün, tüm dünyayı bir kapının ardına sığdıran, kendini evinde oyalamayı, eğlendirmeyi, üretmeyi, ağırlamayı, paylaşmayı, yetinmeyi, yetiştirmeyi bilen evlatlar büyüttüler. Ben ve benim gibilerin hayatında “Evde var!” anlayışı hakim oldu. Öyle ki Covid-19 karantinası aslında bizler için bir derin soluk almak oldu. İnsanı, doğayı çevreyi, ilişkileri dostlukları, emeği tüketmek üzere kurgulanmış oyunun içerisinde tekrar evi ve evde var olanı hatırladık. Pek çoğumuz çocukluk yıllarımıza dönüp tüm enerjimizle çocuklarımıza annelerimizin bize öğrettiklerini yaşatmak istedik. Tüm yaz boyunca domates sosları, reçeller, tarhanalar, ekmek denemeleri, çeşit çeşit kurabiyeler yaptık. Yaşasın, hepsini tekrar hatırlamıştık! Evde vardı hepsi!
Kendi sağlığımızla, sevdiklerimizin sağlığına dair duyduğumuz kaygıları, annelerimizden öğrendiğimiz metotlarla evlerimizi yuvaya dönüştürürken unuttuk.
Geçen hafta sonu restoranların kapandığı ilk gün Bağdat Caddesi’nde bir işim vardı. Sokaklarda yerlere, market önlerine, kaldırımlara, restoran merdivenlerine oturmuş insanları fark ettim, sanki ben paralel bir evrenden gelmiş üzücü bir ibret filmi izliyordum. Dizlerinin üzerinde karton yemek tabaklarını taşımaya çalışan insanların, önlerindeki yemeklerin lezzetiyle değil de sadece o yemeği tüketmekle meşgul olmalarını görmek beni hem üzdü hem de galiba insanlık adına utandırdı.
Dışarıda yemek üzerine düşünüyorum; ortamın hoşluğu, yemek sunumuna katılan zarafeti, elbette hijyeni, lezzetine lezzet katan insanın sohbeti, coşkusundan yoksun yemek yeme eyleminin kaldırımları dolduran insanları ne kadar mutlu edebildiğini düşünüyorum. Annemin “Evde var!” Lafı geldi aklıma, o an kalbimde anneme karşı müthiş bir şükran duygusu hissettim. Her şeyi evde oldurabilmek becerisini bize aktardığı için ona sonsuz minnet duydum.