Ramazan arifesindeyiz ve pek çok kişi zekat verme konusunda düşünmeye başladı. Şimdi sağa sola, eşe dosta sorup “En çok kimin ihtiyacı varsa ona verelim” yüceliği için inanılmaz bir hassasiyet sergilenecek. Zekat kime düşer tartışmalarına resmi makamlar tarafından biçilen değerin de eklenmesiyle beyaz zarflar elden ele dolaşmaya başlayacak.
Tam bu noktada zekat konusunu Allah’ın emri üzerinden anlamaya çalışalım:
“…Sana neyi infak edeceklerini sorarlar. De ki, VAZGEÇEBİLDİĞİNİZİ.” Bakara 2:219
Zekat emir olarak Ramazan ayına indirgenmemiştir. Ramazan’da bir yoksulu doyurma emri açıktır ama bu fitredir.
“…Her biri meyve verdiği zaman meyvesinden yiyin. Hasat zamanı topladığınızın hakkını/zekatını verin. İsraf etmeyin. Allah israf edenleri sevmez.” En’am 6:141
Zekat bir ömre yayılmalıdır; her maaş veya ödeme aldığımızda (yukarıdaki ayette hasat dediği gibi) vazgeçebildiğimiz kadarının zekatını vermeliyiz. Peki nasıl ve kime?
Uzun yıllardır tanıdığım bir yakınımın şu anki yaşam tarzını anlatmak istiyorum. 40 yaşındaki anne, 6 yaşındaki kızına kısıtlı bir gelirle kendisi bakmak zorunda. Her ayın başında mutfak alışverişi için ayırdıkları çok küçük bir bütçeyle markete gidiyorlar. Burada çıkma olarak ayrılarak çok ucuza satılan sebze ve meyve torbalarından alıyorlar. Daha sonra yanlarından geçtikleri kağıt toplayan insanlara veya o an ihtiyaç halinde gördükleri herhangi birine bu poşetlerden verip hiç konuşmadan ya da en fazla helallik isteyip gidiyorlar. Bazen eve gidene kadar dağıtamadıklarını ertesi gün parkta yürüyüşe çıktılarında dağıtmak için büyükçe bir sırt çantasına doldurup devam ettiklerini söyledi arkadaşım. Düşünebiliyor musunuz, sırtında dağıtmak için taşıdığı elmalar var!
Bununla da kalmıyorlar. Kimi aylarda ödemelerde zorlanınca bütçeleri daraldığından buldukları en uygun marketten çikolata, bisküvi, şeker alıyorlar. Kol çantasında her zaman 15-20 adet lolipop taşıyor ve sokakta mendil satan çocuktan kağıt toplayan anneye kadar herkese veriyorlar. O an kim denk gelirse sormadan, yargılamadan… Ve tüm bunları 6 yaşındaki kızıyla birlikte yapıyor arkadaşım, yaz kış… “Kızıma akıl vermektense yaşayan bir örnek olmayı tercih ettim. Koşulsuz ve çıkarsız iyilik nedir öğrensin diye” dedi anne bana tüm bunları yapma sebebini anlatırken.
Sırtta taşınan elmalar…
Bu durum 1 senedir aksatmadan devam ediyormuş. İlk duyduğumda tüylerim diken diken oldu. İyiliğin ya da hayır yapmanın artık siz bunu nasıl isimlendirirseniz, aslında ne kadar kolay ve aynı zamanda ne kadar da emek istediğini düşündüm. Sırtta taşınan elmalar…
Bizler genellikle sırtımızda hayatımızın yüklerini taşıyoruz. Sızlanmaktan başka bir işe yaramayan külfetler buluyor ve “Zaten bir sürü derdim var…” deyip dışarıya kendimizi kapatıyoruz. Yapacağımız bir iyiliği bile otomatik bir şekilde gerçekleştiriyoruz; havale, EFT, otomatik ödeme talimatı… Paylaşmanın hazzını yaşamaktan uzak, sadece mutlu etme amacıyla o gülümsemeyi görme şansını kaçırarak bir makine gibi bize yüklenmiş program dahilinde hareket ediyoruz. Hem de bunu genelde sadece Ramazan ayında yapıyoruz. Halbuki yukarıda belirttiğimiz gibi infak etmeyi, sevdiğimiz şeylerden vazgeçebilmeyi hayatımıza yaymalıyız.
Hayatını bu şekilde değiştiren anne “Artık Ramazan Müslümanı değilim çok şükür” dedi. Bizler de kafamızı gömdüğümüz işlerden kaldırıp tüm önyargılarımızdan kurtulup çocukların yüzüne bakmalıyız. Sırtımızdaki hayat yükünü bir tarafa bırakıp bir çanta dolusu elma taşımalıyız. Çantamızda 40 çeşit makyaj malzemesi varken biraz da şekere yer açmalıyız. Bunu da cennet vaadi için değil, o çocuklara borçlu olduğumuz için yapmalıyız. 1 liraya yüz güldürmek! Ramazanda 365 TL’yi soğuk, sevimsiz beyaz bir zarfa koyup uzatacağımıza her gün 1 TL ile yılda 365 çocuğun yüzüne bir tebessüm kondurabiliriz. Gözlerinin içine bakmak ve gülümsemek…
Düşünsenize; veren kim, alan kim bilinmiyor. Kimse birbirini tanımıyor. Kelimeler yok. Sadece iyilik konuşuyor.