Bir Dağ Hikayesi

Ruh halim mevsimlere, yağmura, kara, güneşe göre değişmese de içten içe bilirim ki, aslında ben “bahar” çocuğuyum. Kimbilir belki karlı bir ilkbahar sabahı doğduğumdan, belki de baharın içinde tüm evrenin gizemli sırrını taşıdığını bildiğimden… Baharlar bana daha konforlu gelir. Romantik renkleri, esintisi, sükuneti, dinginliği, huzuru… Mis gibi bir uykudur benim için, hep içine çekilmek istediğim. Fakat bu yaz, bambaşka bir dönüşüm yaşadım. Belki de yaşamsal döngümü kırma vaktim geldiğindendi bu. “Yaz”, kendimi gerçek anlamda deneyimlemem için alanlar yarattı bana. O olmasa, baharın yorgunluğundan çıkmış varlıkların, canlılıklarına belki de hiçbir zaman kavuşamayacaklarını farketmemi istedi. Güneşin kavurucu sıcağında üzüm tanesinin, tıpkı ineğin memelerinin sütle dolması gibi nasıl da tatlanıp, irileştiğini, lezzetlendiğini; incirin tam olgunluğa erdiğinde nasıl da bağrının yarılıp içinden balını akıttığını; arının nasıl da çiçeğin özünü alıp kendinde evriltip bal diye akıttığını ve o balın insana nasıl da şifa olduğunu gösterdi.

“Yaz” bana öylesi alanlar yarattı ki, evrenle aramdaki iletişimin bir zaman sonra adeta bir usta-çırak ilişkisindeki aktarımlar gibi olduğunu ince ince bilincime işledi sabırlı bir öğretmen gibi… Kalbindeki tüm bilgeliği kalbime gösterdi. Denizin üzerinde ve dağların arasında, sabah serinliğinde, güneşin doğuşunu izlerken yaşamda aslında korku diye bir şey olmadığından tekrar emin oldum. Çocukluğumdan beri etrafımdaki insanların bana “delisin, delisin” demelerinin ardındaki gerçeklik aslında genlerimdeki “özgürlük” olduğunu anladım. Denizin altında, kaplumbağaların balon balıkları ile sükunetli seyrine tanıklık ederken hiç acele etmediklerini fark ettim. Gidecekleri mevziyi bildiklerinden, kendilerinden emin bir bilişle yolculuklarına devam ediyorlardı. Gördüğün ile bakabildiğin arasındaki farkı; deniz yıldızı ile deniz kestanelerinin ilişkisinde anladım. Deniz yıldızının, dikenli deniz kestanesine sardığı romantik kollarının bir anda nasıl kuvvetlice boğazını sıkıverdiğini gördüm. “Benim dikenlerim var, kimse bana zarar veremez” kibriyle dolaşan kestanenin, birkaç saat içerisinde nasıl da öğle yemeği olduğunu izledim. Seher vakti en çok güneşin doğuşunu sevdiğimi kendi kendime mırıldanırken ve huzurunda eriyip yok olmak isterken; gecenin gelişi ile gökyüzünün üzerini yıldızlar kapladığında “Yoksa gece mi daha huzurlu?” yanılsamaları arasında gittim geldim. Yolculuktu hepsi benim için, kalbimin günden güne kendini bulduğu… İlk günlerde dilek dileyip bir yıldız tutarken, yolculuğum ilerledikçe aslında fark ettim ki gökyüzü bendim! Güneş benden doğuyordu, tüm yıldızların olduğu gecenin örtüsü de bendeydi aslında… Çok sevdiğim bir dağ vardı, sabahları kavak yapraklarının melodisinin arasında mutluluk ve huzurla uyandığım. Sevdiğim kalpler ile bol bol sohbet ettiğim. Bu yıl gidememiştim, sarılamamıştım ona. Bir sabah dağlarla çevrili denizin ortasında, çam ağaçlarının kulağıma fısıltısı ile uyandım. Önce rüya sandım “Dağ, senin içinde” diyordu bana. Yani ben “Dağ” idim. Bu gelen mesaj “birlik” mesajıydı. Sevgiyle aldım. Kabul ettim. Bağrıma bastım.

Yaratım (tezahür) için mutlaka ve mutlaka ateş lazımmış, bunu idrak ettim. Bedenini cayır cayır yakacak ateş olmadan, ruhunla buluşamayacağını, ruhuna kavuşma halinin aslında içindeki gerçek insanı bulmak olduğunu ve onunla sohbetin “gerçek aşk” olduğunu mutluluk ve coşkuyla ikrar ettim. Sanırım kovalar dolusu ağladım ve hücre bölünmesi yaşayacak kadar çokça güldüm.

Ve yaz. Sana tüm kalbimle teşekkür ederim. Bugüne kadar birçok öğretmenimin anlattığı, kitaplarda sayfalarca okuduğum, birçok üstatlık öğretisinde senin içindeki ateş, tutku ve coşku olmadan yaratımı başlatamayacağımı bana deneyimlettiğin için. Kendimi senin kızgın göğsüne bıraktığımda, beni mucizelerinle ödüllendirdiğin için.

Bugün sırdaşım olan Eylül geldi. Mahsun günlerimin, içimdeki romantizmin, sonbaharın habercisi. Şimdi seni hissetmek, görmek, izlemek istiyorum. Ve ben, içimdeki sen; birliğini, bütünlüğünü dilimle ikrar, kalbimle tasdik ediyorum.

Hoş geldin Eylül.

Author avatar
Şebnem Toker